Pages

Aug 3, 2012

Tűrkiye Gőzlemleri I: Ego Patlaması

Tűrkiye… Abartmıyorum zor bir űlke. Şurası kesin; içinde yaşarken farkedilmiyor belki. Belki insanlar alternatifleri olmadığı için normalleştirerek yaşıyor bu yaşanmaz koşulları. Ben de őyle yapıyordum herhalde. Işte bir kaç basit ve sıradan ama yaşamı yaşanılmaz kılacak şeyler; aklıma geldiği gibi.

Yapay olarak şişirilmiş egolar: Bunu uzun sűredir hissediyor ve çeşitli vesilelerle duyuyordum. Gőrdűğűm, gőzlemlediğim bu duyduğum yaşanmış hikayeleri doğrular niteliğindeydi…

Műthiş bir ego patlaması var sanki. Pek çok insan çocukluk dőneminin ben merkezli aşamasında kalmış gibi hep “ben, ben ben” diye başlıyor ve “ben, ben, ve ben” diye bitiriyor bűtűn iletişim biçimlerini. Bu insanlar sadece herşeyi bilmiyorlar bir de herşeyi herkesden iyi biliyorlar. Yanlış olma, eksik olma, bilememe durumu hiç mi hiç olası değil bu kişiler için. Bu nedenle yanlış olduğunu asla kabul etmedikleri gibi bir başkasının haklı ve doğru olduğunu da takdir edemiyorlar. Egoları buna izin vermiyor. Sadece kendilerine kredi getirecekse yabancı kaynakları referans gősteriyorlar ama karşısındakinin başarılarını tűműyle gőzardi edip sőzűnű bile etmemek için kırk dereden su getiriyorlar. Bunu da sosyal medyadan bir arkadaş gőnderdi. Sanırım bu iyi bir őrnek oluşturuyor. Aşık Davut Sulari’nin eleştirisi.


Bu durum sıradan insanda gőrűlebildiği gibi akademidik űnvanı olanlarda da gőrűlűyor.

Birisi bir konferansda topu topu bir sunu yapmış ama konuşmaya başlayınca şok oluyorsunuz; “Dur yahu bu adam/kadın bűtűn bilimsel paradigmaları alt-űst etmiş herhalde duygusuna kapılıyorsunuz.” Hele hele bu bir de uluslararası bir konferanssa, sorma gitsin. Bir de bu őylesine bir biçimde yapılıyor ki sanki siz hedef alınıyormuşsunuz gibi hissettiriliyorsunuz. Yani birileri omuzlarınıza , tepenize basıyor, çıkıyor bir yerlere. Garip bir şey. Henűz tam anlaybilmiş değilim bu sűreci… Ama çok yabancılaştırıcı, çok sinir edici bir şey. Çűnkű dinlerken saygınızı ve gűveninizi bir anda yitiriyorsunuz bu kişilere. Sizi salak mı sanıyorlar, kendileri çok salak da sizin bu abartılara-yalanlara-yorumlara inanacağınızı mı sanıyorlar bilemedim.

Bu ego patlamasının bir yansısı da terbiyesizlik boyutu. Őrneğin bir teşekkűrű bile sakınıyor bu kişiler. Teşekkűrű karşıdakine gűç verme - dolayısıyla kendi gűcűnűnden eksilme diye algılıyorlar herhalde. Ya da őylesine bir dev aynasında gőrűyor ki kendini, nerdeyse sizin onun için yaptığınız bir iyliği ya da dűşűnceli bir davranışı hiç mi hiç teşekkűr edilesi bir şey gibi gőrműyor; nerdeyse sizden teşekkűr bekliyor: “Efendim bana size hizmet etme lutufunu bağışladığınız için size minnet borçluyum” demenizi bekliyorlar.

Kolay gele diyeyim. Ne diyeyim…

Eee bu yazı yeterince uzun olmuş. Diğerleri sonra…

7 comments:

Ebru said...

Biliyor musun EG tam da bu anlattıklarından dün yazmak istemiş başaramamıştım.'Ben' çözümü 'sorun bende olmalı bunca insan bu kadar bencil değildir demek ki, duyarsız değildir, vs.' diyerek ve dediğin gibi haksızlık boyutuna yaklaştı neredeyse.

Eşim 1 haftadır köyde arazi bakıyor. kredisi bitmemiş evimizi satıp köye yerleşmeyi planlıyor. Siyasal Bilgiler Fak.mezunu.Ben desen 16 yıldır emek veriyorum ve mide bulantısı aşamasındayım.

İnsan kendi kişilik özelliklerini de yavaştan yitirmeye başlıyor ya işte orada durum vahim. En azından biz farkındayız bunun. İnsanları sevmiyorum. Biliyorum bu sevgisizlik nefrete de dönüşecek.

Daha geçen hafta berbat bir otobüs yolculuğu ardından öfke patlaması yaşayıp 'lanet olsun egolarınıza' diye bağırdım.
İş yerlerimiz desen aynı insanlarla dolu.
Köye yerleşip ceviz yetiştireceğiz:) planımız bu:) Bitkilerin egosu olur mu dersin?

Vladimir said...

Çok doğru tespitler olmuş. Gülüyorum bu egosu yok yere şişmiş insanlara, kendimi malzeme ettmem onlara.. :)

Anonymous said...

2. gözlem yazınızı da merakla bekliyorum. Ben de çoğu zaman kendimi bibloymuşum gibi hissediyorum. Umursamama sanatında ustalaşmış bir ülkeyiz. Diğer ülkeleri bilmiyorum nasıldır. Am bu satış pazarlama ve hor görme hali dehşet yayılmış durumda.
Sık sık bir film sahnesi geliyor aklıma. Revolutionary Road'un son sahnesinde adamın teki onu hiç dinlemeyen karısını dinliyormuş gibi yaparken işitme cihazının ayarıyla oynuyor ve karısının sesini kısıyordu.:)

Eleştirel Günlük said...

Ebru patolojinin yayginlasmasinda rahatsiz edici yanlardan biri de o, insan bir sure sonra "yahu ben de mi bir gariplik var?" demeye basliyor.

Bazan kacmak iyidir valla... Ben de nicedir su kapitalizmin yasamindan kacma arzulari icindeyim. Soyle ormanda, dagda yasayabilecek el becerilerim olsaydi belki denerdim oylesi bir kacisi. Dusunsene hic bir bankayla, kredi kartiyle, hic bir elektrik sebekesi ve su ve kanalizasyon sebeskesiyle isinin olmadigini. Sade yalin bir yasam istiyorum resmen. Teknoloji ve bilim ne yazik ki kolaylastirmadi yasami. Daha da karmmasiklastirdi, daha da zorlastirdi. Daha da patolojik kildi yasami...

Planinz icin bol sans.

Eleştirel Günlük said...

Vladimir sanki onlar seni kurban almada da uzmanlasmislar gibi. Bir de Turkiye'de yasarken bunlardan uzak durmak nerdeyse imkansiz gibi... Eger bir formulun varsa soyle de belki yararlanmak isteyener olur.

Eleştirel Günlük said...

yolizi "kendimi bibloymuşum gibi hissediyorum" derken? Kendinizi dis dunyaya kapatmak icin cansiz bir bibloya donusmekten mi soz ediyorsunuz?

Ben de bazaqn keske Dunya bir bilgisayar olsa ve yeniden formatlasak diye dusunuyorum... Butun virusleri silip, yeniden formatlamak...

Anonymous said...

aslında kendimi biblo gibi hissetmem sağlanıyor demeliymişim:) öylece gözünü dikip arada bir hmm, hmmm diyen bir biblo:)