Pages
Aug 13, 2011
Bir caz műziği gibi gelip geçmese de hűzűn!
“Hani bazen kimsenin sizi tanımadığı kentler özlersiniz ya” diye başlıyor Ebru sonra devam ediyor “anlıyorum ki onu istemek bile iyiye işaretmiş.” Durun şu műziğin sesini açayım sonuna kadar. Duyuyorum ama hissetmiyorum yeterince. Evet, ne diyordum? Çekip gitmeleri istemek, çekip gitmeleri őzlemek hem de nasıl iyiye işaretmiş. Bir an geliyor ve o hiç gitmediiniz şehirlere gidiyorsunuz ve bakıyorsunuz ki o da hiç farklı değilmiş. Mesele coğrafyada değil o halde. Mesele coğrafyada değil. Bizde ve bizi bizleştiren o koşullarda. Mesele o koşullardan edindiğiz bakış açılarınız ve varsayımlarınız aslında. Bana inanmıyorsanız Cavafy amcaya sorun. Nereye giderseniz gidin o şehir ardındızdan gelecektir diyecek size. “Ne yani o halde bu hayalleri de mi kurmayalım?” diye kizabilirsiniz bana. Isterseniz kızın ama işin aslı şu belki yanlış hayaller kuruyoruz. Belki hayal bile değil bunlar bizim kaçamaklarımız. Belki kacamaklarımızla hayallerimizi karıştırmışız birbirine. Işte onun için belki bir karabasana dőnűşműş dűşlerimiz. Ki “uzanıp da su içememek gibi” “adım atıp da yürüyememek” gibi hissediyoruz. Oysa ki biliyoruz “yamalı yerlerinden/kanıyor hayat/ tutunduğun yerlerinden / soluyor hayat”.Yanliş okumayın bunu da. Hayır solmuyor hayat tutunduğun yerlerinden soluk alıp veriyor. Yaşama tutunmak zorundayız. Yok başka çaremiz. Hem de bir caz műziği gibi gelip geçmese de hűzűn…
Aug 12, 2011
Karanfil
Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Atlanın gidiyoruz.
Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
Eski zamanlarda olduğu gibi
Dersimiz tarih.Unutmayın kaldığımız yeri
yenilmedik daha
Masal alın koynunuza.Belki dönmeyiz uzun zaman
Masalllar hatırlatır size doğduğunuz yeri
ilişkiler iklimini
çocukluk taşınabilir bir şeydir
alınsa da elinden geçmişi.
Tütün ve tarih koyun torbanıza.Kekik ve dağ ateşleri
Şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini
ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi,
Ten rengi aya bakın son defa
yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri
kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları
saklar gibi
kilitleyin yüreğinizin kalelerini
Anka ve Anahtar, ikinci bir emre kadar
Kaf Dağının ardına gitti
Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Toplayın çadırlarınızı.Eski zamanlarda olduğu gibi
Çığ geliyor.Çağ çöküyor.
Gidiyoruz.
Dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın
siyah sünnet çekin gözlerinize
Alıcı kuş telekleriyle
Ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız
farz olan öfke
çapraz asın tüfeklerinizi
çağın dışına sürdüğü eski masallardaki
eşkiya resimleri gibi
yurdundan ve yüzyılından
kovulmuş çocukların tarihinde
gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi...
Teni tarçın kokulu halkımın oğulları
Atlanın.Bizi bekliyor ay akşamları
daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza
aklınızda kalanları
ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın
yolları ayrı düşmüş arkadaşlara
belki görüşemezsiniz bir daha
yükse kuşlar dorukları sever
ölümse çıplak kaldığı dağları
Atlı bozkırların sararmış hülyalarını
eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını
yanınıza alın.
Sabahı karşılayın her günkü sabahı
gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara
mayın diye gömün yüreklerinizi
ölülerinizi verdiğiniz toprağa
vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle
unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden
geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine
sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın
yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir
gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin
inanmayın beraberliğine
sonra sabır.Mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel
emanetidir,
her yerde yeni anlamlarıyla denenir.
Ve her çağın hurafeleri vardır
kurban alır, kurban verir
Geçer devran, takvimler el değiştirir.
Gün gelir zulüm de göçer
Zaman örter her şeyin üstünü
Uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer....
Atlı ay akşamları
Sönmüş yanardağlar.
Gecenin ormanında
ilerleyen ölülerin rüzgarı
yanık fısıltılar...
gelecek günlerin düşünü kuran
kaç tarih çadır kurup sökmüş burada
yalnızlık kalmış yadigar
bir de gökyüzü
gökyüzünün mayınları yıldızlar
hem saklar, hem açıklar
çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran
kapı komşumuzdu burada
gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar?
Şimdi menzili yurt tutanlar
ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz
çiçek atın yenilmiş asilere
güvenin her çağda ve her yerde
uzakları iyi bilen çocuklara
kenar adamlarına, ateş insanlarına
birliğiniz dağılmaz göç yollarında
ey gurbete çıkmış halklar
Atlı ay akşamları
kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar
gidiyoruz geleceği olmayan bir yere
ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı
daha şimdiden başka yerlere gömülenlere
gidiyoruz kalın şayak bir gece
geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat
yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor.
Ay vurmuş alnına bütün ölülerin
yatıyorlar kimsesiz koyaklarda
ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla
sanki dokunsalar birinin omuzuna
hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar
ilerliyor gece, geçiyor ay
nesnelerin boşalan dünyasında
yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler
kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay
Kulağında karanfil
Teninde tarçın
Gözlerinde göç var
Döner bir gün Anka
Kilidinde döner anahtar
Murathan Mungan
Atlanın gidiyoruz.
Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
Eski zamanlarda olduğu gibi
Dersimiz tarih.Unutmayın kaldığımız yeri
yenilmedik daha
Masal alın koynunuza.Belki dönmeyiz uzun zaman
Masalllar hatırlatır size doğduğunuz yeri
ilişkiler iklimini
çocukluk taşınabilir bir şeydir
alınsa da elinden geçmişi.
Tütün ve tarih koyun torbanıza.Kekik ve dağ ateşleri
Şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini
ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi,
Ten rengi aya bakın son defa
yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri
kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları
saklar gibi
kilitleyin yüreğinizin kalelerini
Anka ve Anahtar, ikinci bir emre kadar
Kaf Dağının ardına gitti
Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Toplayın çadırlarınızı.Eski zamanlarda olduğu gibi
Çığ geliyor.Çağ çöküyor.
Gidiyoruz.
Dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın
siyah sünnet çekin gözlerinize
Alıcı kuş telekleriyle
Ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız
farz olan öfke
çapraz asın tüfeklerinizi
çağın dışına sürdüğü eski masallardaki
eşkiya resimleri gibi
yurdundan ve yüzyılından
kovulmuş çocukların tarihinde
gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi...
Teni tarçın kokulu halkımın oğulları
Atlanın.Bizi bekliyor ay akşamları
daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza
aklınızda kalanları
ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın
yolları ayrı düşmüş arkadaşlara
belki görüşemezsiniz bir daha
yükse kuşlar dorukları sever
ölümse çıplak kaldığı dağları
Atlı bozkırların sararmış hülyalarını
eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını
yanınıza alın.
Sabahı karşılayın her günkü sabahı
gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara
mayın diye gömün yüreklerinizi
ölülerinizi verdiğiniz toprağa
vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle
unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden
geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine
sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın
yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir
gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin
inanmayın beraberliğine
sonra sabır.Mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel
emanetidir,
her yerde yeni anlamlarıyla denenir.
Ve her çağın hurafeleri vardır
kurban alır, kurban verir
Geçer devran, takvimler el değiştirir.
Gün gelir zulüm de göçer
Zaman örter her şeyin üstünü
Uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer....
Atlı ay akşamları
Sönmüş yanardağlar.
Gecenin ormanında
ilerleyen ölülerin rüzgarı
yanık fısıltılar...
gelecek günlerin düşünü kuran
kaç tarih çadır kurup sökmüş burada
yalnızlık kalmış yadigar
bir de gökyüzü
gökyüzünün mayınları yıldızlar
hem saklar, hem açıklar
çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran
kapı komşumuzdu burada
gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar?
Şimdi menzili yurt tutanlar
ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz
çiçek atın yenilmiş asilere
güvenin her çağda ve her yerde
uzakları iyi bilen çocuklara
kenar adamlarına, ateş insanlarına
birliğiniz dağılmaz göç yollarında
ey gurbete çıkmış halklar
Atlı ay akşamları
kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar
gidiyoruz geleceği olmayan bir yere
ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı
daha şimdiden başka yerlere gömülenlere
gidiyoruz kalın şayak bir gece
geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat
yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor.
Ay vurmuş alnına bütün ölülerin
yatıyorlar kimsesiz koyaklarda
ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla
sanki dokunsalar birinin omuzuna
hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar
ilerliyor gece, geçiyor ay
nesnelerin boşalan dünyasında
yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler
kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay
Kulağında karanfil
Teninde tarçın
Gözlerinde göç var
Döner bir gün Anka
Kilidinde döner anahtar
Murathan Mungan
Aug 9, 2011
Kaybedenler Kulübü
Dinleyici - Birinin kaybedecek bir şeyinin kalmaması őzgűrlűk galiba.
Kaan - Yıl 1917 falan Vienna ’dayız. Işte bizim Karl var.
Mete - Kral mı?
Kaan - Karl.
Mete - Eeee kral diyoruz işte biz ona
Kaan - Sakallı işte. Frederik de var. Frederik babasının fabrikalarını bırakmış. Gelmiş bizim yanımıza. Biz orda bir çatı katında űçűműz teorisyenlik yapıyoruz. Orayı hiç unutmuyorum. Kahve içiyoruz.
(....)
Kaan - Dőndűm Karl’a dedim "Daha neyimiz var kaybedecek?" dedim. Ne dedi biliyor musun bana? "Zincirlerimizden başka kaybedecek başka bir şeyimiz yok" dedi Kaan dedi. Fuck off dedim yaa! Sen dedim bu zihniyetle 100 yılı mahfedersin dedim ya. Ya bu 100 yıl altűst olur dedim ya. Yarın őbűr gűn Rusya’da devrim olur dedim yaa. Dedim ve oldu işte…
Dinleyici - Ne ?
Mete - Hadi iyi geceler sayın dinleyen. Műbarek Christmas bayramınız kutlu olsun.
Ne kadar gűzel bir filmdi o őyle. Gőrűntűler , kameranın kullanımı, műzikler, senaryo falan her şey çok başarılıydı. Onlarca sahnesini sıralayabilirim “Harika ya!” diye bağırdığım. “Gőt” diyen kız sahnesi çok iyiydi. Yukarıdaki Marx’a “fuck off” denilen doğaçlama, nerdeyse bűtűn Istanbul’la beraber toplu erken boşalma ve hep beraber orgazm sigarası içilmesi, o ne dediği anlaşılmayan çocuğun konuşmalarının alt yazılı ve anlamların değiştirilerek verilişi, falan filan…
Kuşkusuz filmin eleştirelecek yanları yok demek değil. Őncelikle film sadece belli bir kitleye seslenmis; Istanbul, Ankara ve Izmir’in belli bir kesimiydi hedef kitle. Gerçi herkese ulaşma diye zorunluluğu olmalı mı bir filmin, o da tartışılır. Ama filmin en zayıf yanı neydi biliyor musunuz? “Çok yalnızız” sőzűnűn nakarat gibi tekrarlanışı ve filmin bűtűnűne rastgele serpilişiydi. O kadar bariz ki filmdeki insanların yalnızlıkları. Hiç gerek yoktu sőylenmesine. Űstűne űstlűk filmin sonunda bile bir yalnızlık şarkısının olması ise “yeteeeeerrrr” dedirtti.
Sahi kim ulan bu Erol Egemen? :-)
Aug 7, 2011
Bir stajyer őğretmenin Anadolu’da ilk Ramazanı
Erzurum’da sokakta sigara içtiği için taçize uğrayan kadın haberini okuyunca benim őğretmenlikteki ilk Ramazanım geldi aklıma.
Anadolu’nun ortasındaki o kasabaya gittikten sonraki ilk Ramazandı. Haftalar őnceden başlamıştı tehditler: “Yok yav! Sigara içirtmeyiz őğretmenler odasında”, “Olur mu őyle şey! Műslűman bir űlke burası”, vb sőylemler őğretmenler odasında ve őğretmenler evindeki kűçűk gruplarda sanki őnceden yazılmış bir skeç gibi oynanıyordu bağnazılığın kőhnemiş sahnesinde. Bu koca kampanyanın hedef kitlesi sadece iki kişiydi, Dinsiz, komunist,ve kűrt (ve onlara gőre kesin PKK’lı) ben ve depresyondan bir tűrlű çıkamayan intiharın eşiğinde 12 Eylűl'de işkence gőrdűğűnű iddia eden alkolik eski bir űlkűcű.
Ramazanın ilk sabahı uyandım, traşımı oldum. Aynada baktım zayıf hatlarına yűzűműn. Kahvalatımı yaptım; çay, ekmek, zeytin. Sonra ilk sigara. Ikincisini de sokak kapısını çektikten sonra yaktım ve tuttum okulun yolunu. Korkuyordum. Ama korkum geri adım atmamı zorunlu kılmıyordu. Sanki bűtűn kasaba arkamdan taş atacak ya da linç edecek gibi hissediyordum. Sanki herkes sokaklara dőkűlműştű.
Kazasız belasız okula kadar geldim. O gűn de nőbetçiyim. Oğrencileri içeri aldıktan sonra her zaman ki gibi bir sigara daha yaktım derse girmeden. Stajyerim ya hemen műdűr muavini beliriverdi őnűmde. "Hocam őğrenci őnűnde sigara içemezssiniz" dedi. Etrafıma baktım, hangi őğrenci der gibi. “Őğrenci falan ben gőrműyorum gősterir misiniz hocam” dedim. Yav hocam Ramazanda da olur mu bu?” dedi… “Haaa! Sizin asıl derdiniz o, değil mi? şimdi derse girmeliyim” deyip hafiften omuzuna çarpıp gittim. Derste őğrenciler dűşmana bakar gibi bakıyorlardı. Hiç biri dersi dinlemiyordu.
űçűncű ya da dőrdűncű derse başlayalı 10 dakika olmuştu ki, műdűr muavini sınıfa gelip, MEB ilçe Műdűr Yardımcısının beni çağırdığını sőyledi. “Hayırdır, polise falan da haber verseydiniz” dedim. Műdűr muavinin odasında bekliyordu MEB Műdűr yardımcısı. Merhaba deyip oturdum.Hemen ardımdan da o alkolik űlkűcű arkadaş geldi. Gűlmemek için kendimi zor tutuyordum. Lisede de disipline gittiğimden kendimi yine disipline gitmiş bir őğrenci gibi hissediyordum. Őğretmen olmuştum ama őğrencilikten kurtulamamıştım (Hala da őğrencisiyim hayatın ya, neyse). MEB Műdűr Yardımcısı “Hocam Ramazan” der demez bizim űlkűcű atıldı “Annem derdi ki, “ diye başlayınca gerisini dinleyemedim. O Lafını bitirince, ben yetkisini kendi inancına ve ideolojisine gőre kullandığını ve eğitimin devamlılığını ve sűrekliliğıni sağlamakla yűkűmlűyken bizi dersden çağırarak eğitimi aksattığını, falan filan bir gűzel dőktűrdűm. Birden otorite tavrı değişmiş yumuşamaya başlamıştı. “Yoo hocam burası kűçűk bir kasabadır, halk cahildir, onun için sizi bir arkadaşça uyarayım dedim” dedi. “Biz ne zamandandır arkadaşız? Hem bu nasıl bir arkadaşlıktır beni dersten MEB Műdűr Yardımcısı sıfatı ile çağırıyor bir odaya, kapıyı kapatıyor, sonra da azarlar gibi nutuk çekiyor? Ben mahkemeye verceğim sizi “ dedim ve kapıyı çekıp çıktım. Çok mutlu hissediyordum kendimi. Ağzının payını vermiştim itin.
Őğlen bakkaldan ekmek alıp eve yemeğe giderken, liseliler pis pis bakarken, orta okullu çocuklar “Afiyet olmasın őğretmenim” diyorlardı arkamdan. Bazan da orta 1inci sınıf őğrencileri yanıma gelip neden oruç tutmadığımı sorardılar. Bir çocuk edasıyla “Yav karnım acıkıyor yav” derdim gűlűmsemeyle. Çocuklar garip garip bakardı yűzűme…
Iki gűn sonra bana ek gőrev çıktığını őğrendim sarı bir devlet zarfıyla. Ilçedeki Imam Hatip’de ders verecektim. (Sahi ne dersiydi? Hatırlamıyorum bile. Herhalde ne olduğu hiç őnemli değildi !) Sonradan őğrenecektim eski bir gűreşçi olan Imam Hatip’in műdűrű MEB Ilçede őzel istekte bulanmuş beni adam etmek için. Hemen ertesi gűn dersim var orda.
Sabah ikinci ya da űçűncű dersti. Gittim. Őğretmenler odasında iki őğretmen vardı. Merhaba dedim ve oturur oturmaz sigaramı yaktım. Hemen gittiler. 5 dakika sonra da műdűr geldi. Hiç tanışmamıştık. Şőyle kaşlarını çatarak, korkutmaya çalışırcasına “őğretmen misin?” dedi. “Benzetemedin ama evet sen kimsin?” dedim. Okulun műdűrűyűm dedi. “Ben de benzetemedim, ciddi misiniz” dedim gűlűmsemeyle. Hocam biraz odamda konuşalım dedi ve kendisini takip etmemi isteyip yűrűdű. Odasında beklenen entellektűel(!) tartışma başlamıştı. Tartışma saygı çerçevesindeydi. Ben sigaramı onlara inat içmediğimi, Ramazandan őnce de içtiğimi. Ramazan geldi diye benim davranışımı onlara saygı adına değiştirmemi beklemelerinin ahlaksal olmadığını aksine zorba ve saygısız olduğunu bu nedenle çoğunluğun bana saygı gőstermesi gerektiğini sőyleyince “olmaz ki bőyle hocam” dedi. “Bakın derse gireceğim isterseniz soruşturma açın, isterseniz cihat çağrısı yapın, ben gidiyorum bir sigara daha içeceğim derse girmeden “ deyip gittim.
Sonraki hafta benim Imam Hatip’teki dersim bir şekilde meslekçiler tarafından dolduruldu. Ve eski haftalık çalışma programıma dőnműştűm. Soruşturma falan açılmamıştı. Ben de mahkemeye vermedim tabi; verse miydim acaba?
Sonraki Ramazanda őğlen benimle yemek yiyen lise 3űncű sınıf őğrencilerinin sayısı 4 tű ve hep korkudan oruç tutuyor gibi yaptıklarını itiraf ediyorlardı.
Ramazanın ilk sabahı uyandım, traşımı oldum. Aynada baktım zayıf hatlarına yűzűműn. Kahvalatımı yaptım; çay, ekmek, zeytin. Sonra ilk sigara. Ikincisini de sokak kapısını çektikten sonra yaktım ve tuttum okulun yolunu. Korkuyordum. Ama korkum geri adım atmamı zorunlu kılmıyordu. Sanki bűtűn kasaba arkamdan taş atacak ya da linç edecek gibi hissediyordum. Sanki herkes sokaklara dőkűlműştű.
Kazasız belasız okula kadar geldim. O gűn de nőbetçiyim. Oğrencileri içeri aldıktan sonra her zaman ki gibi bir sigara daha yaktım derse girmeden. Stajyerim ya hemen műdűr muavini beliriverdi őnűmde. "Hocam őğrenci őnűnde sigara içemezssiniz" dedi. Etrafıma baktım, hangi őğrenci der gibi. “Őğrenci falan ben gőrműyorum gősterir misiniz hocam” dedim. Yav hocam Ramazanda da olur mu bu?” dedi… “Haaa! Sizin asıl derdiniz o, değil mi? şimdi derse girmeliyim” deyip hafiften omuzuna çarpıp gittim. Derste őğrenciler dűşmana bakar gibi bakıyorlardı. Hiç biri dersi dinlemiyordu.
űçűncű ya da dőrdűncű derse başlayalı 10 dakika olmuştu ki, műdűr muavini sınıfa gelip, MEB ilçe Műdűr Yardımcısının beni çağırdığını sőyledi. “Hayırdır, polise falan da haber verseydiniz” dedim. Műdűr muavinin odasında bekliyordu MEB Műdűr yardımcısı. Merhaba deyip oturdum.Hemen ardımdan da o alkolik űlkűcű arkadaş geldi. Gűlmemek için kendimi zor tutuyordum. Lisede de disipline gittiğimden kendimi yine disipline gitmiş bir őğrenci gibi hissediyordum. Őğretmen olmuştum ama őğrencilikten kurtulamamıştım (Hala da őğrencisiyim hayatın ya, neyse). MEB Műdűr Yardımcısı “Hocam Ramazan” der demez bizim űlkűcű atıldı “Annem derdi ki, “ diye başlayınca gerisini dinleyemedim. O Lafını bitirince, ben yetkisini kendi inancına ve ideolojisine gőre kullandığını ve eğitimin devamlılığını ve sűrekliliğıni sağlamakla yűkűmlűyken bizi dersden çağırarak eğitimi aksattığını, falan filan bir gűzel dőktűrdűm. Birden otorite tavrı değişmiş yumuşamaya başlamıştı. “Yoo hocam burası kűçűk bir kasabadır, halk cahildir, onun için sizi bir arkadaşça uyarayım dedim” dedi. “Biz ne zamandandır arkadaşız? Hem bu nasıl bir arkadaşlıktır beni dersten MEB Műdűr Yardımcısı sıfatı ile çağırıyor bir odaya, kapıyı kapatıyor, sonra da azarlar gibi nutuk çekiyor? Ben mahkemeye verceğim sizi “ dedim ve kapıyı çekıp çıktım. Çok mutlu hissediyordum kendimi. Ağzının payını vermiştim itin.
Őğlen bakkaldan ekmek alıp eve yemeğe giderken, liseliler pis pis bakarken, orta okullu çocuklar “Afiyet olmasın őğretmenim” diyorlardı arkamdan. Bazan da orta 1inci sınıf őğrencileri yanıma gelip neden oruç tutmadığımı sorardılar. Bir çocuk edasıyla “Yav karnım acıkıyor yav” derdim gűlűmsemeyle. Çocuklar garip garip bakardı yűzűme…
Iki gűn sonra bana ek gőrev çıktığını őğrendim sarı bir devlet zarfıyla. Ilçedeki Imam Hatip’de ders verecektim. (Sahi ne dersiydi? Hatırlamıyorum bile. Herhalde ne olduğu hiç őnemli değildi !) Sonradan őğrenecektim eski bir gűreşçi olan Imam Hatip’in műdűrű MEB Ilçede őzel istekte bulanmuş beni adam etmek için. Hemen ertesi gűn dersim var orda.
Sabah ikinci ya da űçűncű dersti. Gittim. Őğretmenler odasında iki őğretmen vardı. Merhaba dedim ve oturur oturmaz sigaramı yaktım. Hemen gittiler. 5 dakika sonra da műdűr geldi. Hiç tanışmamıştık. Şőyle kaşlarını çatarak, korkutmaya çalışırcasına “őğretmen misin?” dedi. “Benzetemedin ama evet sen kimsin?” dedim. Okulun műdűrűyűm dedi. “Ben de benzetemedim, ciddi misiniz” dedim gűlűmsemeyle. Hocam biraz odamda konuşalım dedi ve kendisini takip etmemi isteyip yűrűdű. Odasında beklenen entellektűel(!) tartışma başlamıştı. Tartışma saygı çerçevesindeydi. Ben sigaramı onlara inat içmediğimi, Ramazandan őnce de içtiğimi. Ramazan geldi diye benim davranışımı onlara saygı adına değiştirmemi beklemelerinin ahlaksal olmadığını aksine zorba ve saygısız olduğunu bu nedenle çoğunluğun bana saygı gőstermesi gerektiğini sőyleyince “olmaz ki bőyle hocam” dedi. “Bakın derse gireceğim isterseniz soruşturma açın, isterseniz cihat çağrısı yapın, ben gidiyorum bir sigara daha içeceğim derse girmeden “ deyip gittim.
Sonraki hafta benim Imam Hatip’teki dersim bir şekilde meslekçiler tarafından dolduruldu. Ve eski haftalık çalışma programıma dőnműştűm. Soruşturma falan açılmamıştı. Ben de mahkemeye vermedim tabi; verse miydim acaba?
Sonraki Ramazanda őğlen benimle yemek yiyen lise 3űncű sınıf őğrencilerinin sayısı 4 tű ve hep korkudan oruç tutuyor gibi yaptıklarını itiraf ediyorlardı.
Aug 5, 2011
Allının Kızı ya da Ağustos Şiiri
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
beterin beteri var diyenlere inanmıyorum... hep böylesi havalar besler fırtınaları korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek duymazdım durgun suların bezgin türkülerini alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim bir yangınsonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim yitirmişim yıldız ışığında dost çizgileri deli çizgi gözlerimi kör etmiş kör etmiş kör etmiş göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi çığlıkçığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin gökmavisi bir türkü dolanmış yüreciğime selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde- neyleyim insan demişim kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı sen olmasan ben böyle değildim böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim bir yangınsonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı Malum o dramın en güzel perdesindeydik Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik Her gören didik didik bizi denetliyordu Biz kendi derdimize düşmüştük yılandere ölüler yatağı helalim ölüler katran mazot bidonları paslı putreller kargalar üşüşmüş ahmedo'mun ellerine kargalar ahmedo'mun düşlerine yılan çıyan doluşmuş garipler mezarlığı doymamışlar dünyası yıkılası karakuşak kurudere sırtları ahmedo'm bir yaz bulutu bir varmış bir yokmuş fenerler titreşiyor bıçaklanmış türkülerin gözbebeklerinde vinçler beni balçık gibi akşamlara bindiriyorlar sen olmasan şu sabahlar olmasa şu benim büyük büyük susamışlığım bu mızmız takvimi bir solukta susturacağım yılandere ölüler yatağı helalim ölüler rüzgar gibi bir ağustos geçti ellerimizden meyvalar bizi balrengi günahlara çağırıyorlar bir yanda boşa geçen gecelerin acısı malum o dramın en güzel perdesindeydik ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydi duracak vaktimiz yoktu bitmiştik her gören didik didik bizi denetliyordu biz kendi derdimize düşmüştük Orda da akşamlar olacak allı'nın kızı kanlı mendil gibi ağustos akşamları şu benim çektiklerimi görmiyeceksin belki yanında başkaları olacak belki düşlerine bile girmeyeceğim gün oldu acıların şiirini yaşadım gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin dokunsan parmaklarıma tutuşacağım yine ağustos gelse elele versek sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek güneşin bahçeleri emzirdiği saatte susamışlar aşkına, kandım diyesi uzun uzun öpüşsek yine ağustos gelse kovulsak cennetimize şantiye hiç durmadan ötse bağırsa lazoğlu büyükharflerle sövse işçilerine damlarda kaysı yarsalar rumeli göçmenleri dillerini sevdiğim kıvırcık dillerini ıssız bahçelerden geçsek unutulmuş sokaklardan çocuklar mavi mavi gülüşüp kaçışsalar bir masal dinler gibi sessizliği dinlesek kendimizi dinlesek köklerin çığlığını seni kollarıma alsam, yine yumsan gözlerini yine kapışılsa yavrum, batan şehrin hazineleri biz yine kendi derdimize düşsek yere batan şehrin tek yalnızıyım yüzyılın ağrısını anlıyarak çekiyorum ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler tepmişim rahatımı boynubükük mutluluğumu yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum istemem sarmasın yumuşak duygular susuzluğumu geceler bıçak bıçak böğrümde yatsın uyusun kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı ellerimi kemirmekten memnunum düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz en güzel günlerinde gençliğimizin ölümden ötesini aklım almıyor beterin beteri var diyenlere inanmıyorum istesek cenneti kurtarabiliriz ben bir ışık için tepmişim rahatımı ellerimi kemirmekten memnunum bu güleç yüzlülerin bu acı türkülerini bu yoksul yerleri anlıyarak seviyorum... delice anlıyarak allı'nın kızı |
Hasan Hüseyin Korkmazgil |
Subscribe to:
Posts (Atom)