Pages

Apr 28, 2009

Zenofobi ve Yan Etkileri

Denizler, Mahirler, Ulaşlar, dağdaki gerilla hep kandırılmıştır. Polise taş atan çocuk da kandırılmıştır. Hep bunlar dış-gűçlerin ya da iç-dűşmanın oyuncaklarıdırlar. Yoksa herşey gűllűk gűlistandır. Sen bunları dűşűnűp eyleme geçiremiyecek kadar salaksın. Söyle bakayım hangi gűçler kullanıyor seni… Söyle lan!….

Bugűnkű konu şu bildik, “dűşmanlar” meselesi, ya da zenofobi (xenophobia). Zenofobi Yunancada 'yabancı korkusu' anlamına gelen bir terim ama terimin Tűrkiye toplumunda politik, ekonomik pratik ve amaçlarda kullanılışının farklı sonuçları var. örneğin Zenofobi yapay bir (dış) dűşman korkusu yaratmak olarak kullanılır ve bűtűn bir toplum bu korkuyu gerçek ve kronik bir boyutta yaşar. Biz Tűrkiye’de bűtűn dűnya devletlerinin Tűrkiye’ye dűşman olduğuna inandırılarak bűyűdűk ve eğitildik. Tűrkiye'nin dört tarafı düşmanla çevrilidir. Tűrkiye herzaman içten ve dıştan kuşatılmıştır. Ve "Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” Bazan bu "dűşman" toplum içindeki "farklı" olan azınlıklarla tanımlanır ve insanlar artık komşusundan dahi korkmaya başlar. Zenofobinin bu boyutu, yani içsel boyutu, korkunun yanısıra nefret gibi duygularla da beslenen bir durumdur; Yahudi, Ermeni, Alevi, Arap, Kűrt, vb korkular gibi…Bu durum da ırkçılık olarak ortaya çıkar. Yani Zenofobi öncelikle “diğeri”ni hedef alan bir ideolojik aygıttır. “Diğeri”ni ortadan kaldırma, uzağa sűrme, sindirme, pasifize etme, ve asimile etme gibi nihai amaçları vardır. Dolayısıyla bu “diğeri” açıkça görűlebilen asıl kurbandır. Bir de zenofobinin görűlmez kurbanları vardır ki bunlar zenofobiyi sokağa taşıyan, kuşaktan kuşağa aktaran çoğunluktur.

Benim de sözűnű etmek istediğim bu çoğunluktur.Şimdi bunun da
çoğunluk űzerinde psikolojik, sosyolojik etkileri vardır. Korkuyu yaşayanın duygu durumu bozuklukları (anksiyete, depresyon, mani, vb) yaşaması örneğin psikolojik etkisine örnek olarak verilebilir. Bir de zenofobinin bireylerin gelişimsel bozukluklara yol açması sözkonusudur ki asıl ben bundan sözetmek istiyorum. Ki bu gelişimsel bozukluklar dűnyayı algılama, anlama, ve yorumlama sűreçlerindeki (ki öğrenme de buna dahil edilebilir) bozuklukları içerir.

Egemen ideolojinin kendi insan tipini yaratmada zenofobi kolaylaştırıcı bir rol oynar. Ve aslında egemen ideoloji bu zenofobiyi yaratırken ilk devlet terörűnű burda gerçekleştirir. Korku terörűn ta kendisidir aslında ama egemen ideoloji kendi insanına zarar vermeme gibi bir ahlaksal ilkeye sahip değildir. Dolayısıyla bu korkuyu birey űzerinden işletebilemesi için egemen ideolojinin bireyin kişiliğini, belleğini, algısını, ve hatta öğrenmesini belirlemek ve kontrol etmek zorundadır.

Diğer resmi ve resmi olmayan toplumsal kurum ve kuruluşlarıyla eşgűdűmlű çalışan eğitim sisteminin ezbere dayalı olması ve ögretmen (otorite) merkezli olması otoriter kişilik tipinin (ittiatkar, kendi başına bağımsız dűşűnemeyen, bilemeyen, ögrenemeyen) yaratılmasının zeminini hazırlar. Bu ilginç bir sűreçtir. öncelikle bireyin otonomisi parçalanır. Yani birey artık birey değil bir bűtűnű oluşturan parçadır.  Bu nedenle ancak o parçaya ilişkilendirilmiş nitelikleri ve ödevleri vardır. Bu önceden belirlenmiş niteliklerin dışına çikmak birey için bűtűn bir toplumu ve hatta bazan yasaları karşısına almak demektir. Burada bűyűk bir parantez açıp cinsel kimliğe yönelik bir vurgu yapmak zorundayım. Kızlar pek “adam” yerine konulmadığı için onların yeniden yapılandırılması diğer sosyalizasyon elementleri (ahlak, din, tore, vb) aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu nedenle bu “parça” olmaktan çıkmak bir kadın için nerdeyse kıyamet kopmasına denk dűşer. Çűnkű erkek kadına göre fazlasıyla ayrıcalıklı bűyűdűğű için onun norm ve yasalardan sapması daha kolay anlaşılır veya kabul edilir birşeydir. Işkencecinin eline dűşműş bi kadını dűşűnűn. Duymuşsunuzdur mutlaka, sen kadın halinle, elinin hamuruyla bu işlere nasıl kalkışırsın? Bir kadının iktidarı eleştirmesiyle işkencecinin erkek egemenliği, devletine sahip çıkmaları falan hemen hemen herşeyi tehdit altındadır artık. Yani bir erkeğin bu işlere bulaşması gene anlaşılır da kadının ki anlaşılır gibi değildir. Kadının kandırılmışlığı bir namus meselesi kadar da naziktir. Hatta erkekliğine bile dolaylı yoldan tehdittir…Ama sonuçta yine de kimsenin sapmamsı için bűtűn dűzenekler kurulmuştur.

Bu dűzenek içinde bulunulan duruma göre farklı adlar alır ve bunlar nerdeyse bireyin bűtűn yaşamını belirler. Hatta hatta zeki, eğitimli denilen insanları bile körleştirir ve salak gibi algılanmalarına sebep olabilir. Bu dűzenekler baştan çıkarılma, kandırılma, ve kullanılma terimleri ve bu terimlerin farklı versiyonlarını içerir.

Bakın ilk olarak siz ne yaparsanız yapın size ilk yönelecek şey sizin ya birisinin etkisi altında kalmış olma olasılığınızdır, ya da birisi tarafından kandırılmış olma olasılığınızdır ya da ya da birisi tarafından kullanılma olasılığıdır (bunların hepsi aynı anlamda değil mi?). Yani siz ilk elden suçlu değilsiniz. Siz kurbansınız. Zavallı ve salaksınız. Suçlu bile olamazsanız. Mutlaka başkaları size bunu yaptırmıştır. Yani sizin öyle bir şeyi ne yapabilme ne dűşűnebilme yetiniz veya beceriniz olabilir. Olamaz. Aslında beklentiye baktığınızda bu beklentinin hiç de öyle gerçeklikten uzak bir şey olmadığını görűrsűnűz. Öyle değil mi ama, taa doğduğunuzdan beri böyle kendi başına çizili sınırların dışına çıkmamayı ögrenesiniz diye ne dűzenekler kurulmuş ve şimdi siz bűtűn onların boşa çıktığını söylűyorsunuz. Çocuklukta hatırlayın birşeyi yanlış mı yaptınız annenizin ya da babanızın ya da öğretmeninizin size sorduğu ilk soru “sana bunu kim yaptırdı” olmustur. Aynı şekilde eşşek kadar olmuşsunuzdur siyasi suçtan içeri girmişsinizdir. Bu defa anne babanız polis kılığındadır artık tekrara sorarlar “söyle bakalım seni kim kominist yaptı, kim örgűtledi, kim kullandı” olur.

Bu nedenle Denizler, Mahirler, Ulaşlar, dağdaki gerilla hep kandırılmıştır. Polise taş atan çocuk da kandırılmıştır. Hep bunlar dış-gűçlerin ya da iç-dűşmanın oyuncaklarıdırlar. Yoksa herşey gűllűk gűlistandır. Sen bunları dűşűnűp eyleme geçiremiyecek kadar salaksın. Söyle bakayım hangi gűçler kullanıyor seni… Söyle lan!….






12 comments:

yarabandı said...

yazını çok beğendim eleştirel günlük.
zenofobi üzerine kitap yada yazı falan mı okudun? bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi edinebilmek için bir şeyler önerebilir misin?

Eleştirel Günlük said...

Sevgili yarabandi valla Turkiye'de yasiyor olmaktan baska daha zengin bi kaynak bilmiyorum. Gercekten abartmiyorum. Zenofobi hakkinda hic kitap ya da makale okumadim. Oyle sagdan soldan kavrami duymusumdur ama asil kaynak Turkiye'de bizim sosyalizasyon surecimizdir. Bi dusunurseniz gorursunuz ki hersey ortada aslinda. Ama yine de bi bakayim bulduklarim kaynaklari paylasirim sonra.

Bu arada yazimi begendigine cok sevindim. Pek emin degildim iyi anlatabildim mi meseleyi diye...

Eleştirel Günlük said...

Cok iyi ya! Evet iste butun mesele bu. Egemen ideoloji nasil da beynimizdeki noronlari dahi genel-gecer (herkeste gorulen bir form) yapmis...

Sahi kim sokuyo senin aklina bunlari?

Bu arada ben de xenophobia hakkinda kaynak ariyordum senin icin:

Wiki xenophobia'yi ayrimcilik kavrami altinda aciklamis. Kisa ve yetersiz bilgiler ama en azindan baslangic icin fena degil. Kavramlastirmada yardimci olabilir.
http://en.wikipedia.org/wiki/Xenophobia

Bir de Guney Afrika'li bir site sadece Zenofobi'ye yonelik yapilmis. Bir de oraya bakilabilir.

http://www.xenophobia.org.za/index.htm

Aslinda belki daha ozel konularal iliskisine bakilmali. Zenofobi ve egitim, zenofobi ve sosyalizasyon, zenofobi ve irkcilik, zenofobi ve gocmenlik gibi...

zihni örer said...

Hani, mısır tarlasına korkuluk dikerler ya kargalardan korumak için?
Burda egemenlerin kendi düzzenini mısır sanması, sessiz çoğunluğun "karga" yerine konmasından kaynaklanıyor. O çoğunluk ki, bir gün uyanır da cukkalanmış servetten hesap sorar, pay ister fobisiyle.
Dış düşmenden korkuluk, iç düşmandan korkuluk, muhalefetlikten korkuluk...

Sen ki eyy vatandaş, büyük sürü, "karga" olmayı içine sindirirsen, sana bu kadar korkuluk az bile
asıl korku seni açlığa mahkum edeni tanımamış olmak değil mi?

Bence de çok Güzel bir yorum E.G. dost, düşüncene sağlık

Desqpio said...

çok doyurucu bi yazı cidden, elinize sağlık evet.

Ali said...

little man ne kadar guzel bir cizgi-hikayeydi hatirladim sayende.

itaat, otorite korkusu ne kadar islemis genlerime. shaip oldugum butun isyankar dusuncelere ragmen itiraz etmekte bu kadar zorlaniyorum. yaramazlik yapma, buyuk sozu dinle diye yetistik her iyi cocuk gibi, ondan midir? yoksa otorite beni gercekten de istedigi zaman bir bocek gibi ezebilir diye mi? degisim isteyenler bir araya gelip birbirimize destek olursak gider bu korku diye umuyorum.

Eleştirel Günlük said...

Ovguleriniz icin sagolun arkadaslar...

Zihni hocam biraz senin anolojide zorlandim. Sanki korkuluklar cogunluk olsa daha iyi anlam oturuyor diye dusundum.

Ali, ilk defa duyuyorum Dinle Kucuk Adam'in cizgi-hikaye diye adlandirildigini... Sasirdim... Hikaye mi gercekten. Cizgi hikaye mi? Ben anabildigine sosyopsikolojik bir analiz kitabi diye gorurdum. Hikaye deyince hani yaraticilik, hani kurgu falan katiliyor ya belki onun icin hikayeyi yakistiramiyorum o buyuk yapita...

Sahi bi bir araya gelebilsek....

zihni örer said...

"korkuluklar çoğalsa"

Yani siz ilk elden suçlu değilsiniz. Siz kurbansınız. Zavallı ve salaksınız. Suçlu bile olamazsanız. Mutlaka başkaları size bunu yaptırmıştır. Yani sizin öyle bir şeyi ne yapabilme ne dűşűnebilme yetiniz veya beceriniz olabilir. demişsin yukrada kırmızı paragrafta.

Bir haç işareti değnek üzerine sarılmış bez parçalarını korkuluk olarak düşünün, mısır tarlasının "sahibi" bununla kargayı nasıl ürkütüyorsa, "dış düşman, türkün türkten başka dostu yoktur, komünizm öcüdür..." gibi sloganlarla da büyük çoğunluğu korkutabiliyorlar. Karga cansız korkuluktan nasıl korkuyorsa sürü tiniyetli insan topluluğu da egemenlerin bu sanla korkuluklarını ciddiye alıyor.
yukarıda kinayeli yaklaşım vardı, aceleden imalı oldu.

zihni örer said...

aslına bakarsan, sen daha net, anlamlı ve detaylı açıkladığından, yorumlar yavan kalıyor. buna katlanacaksın Sevgili Dost:)

Anonymous said...

valla sagol elestirel abi.....zenofobi kavrami devreleri calistiriyor...yabanci korkusunun nasil bicmlendigini, nasil isledigini, neye yaradigini anlamak icin hep gözönüne alinmali saniyorum....yabanci korkusu, yabanci düsmanligi, icerinin bastirilmasi, bicimlendirilmesi....ideolojinin isleyisiyle ilgili önemli ipuclari sagliyor sanki kavram...

Tolga said...

Ali'nin soyledigine katiliyorum: Tek basina dusunmekle degil, ancak birlikte uretim ve paylasimla otoriteye guclu bir sesle karsi cikma imkani olabilir.

Ama "degisim isteyenler" birliktelikten aldiklari kollektif gucun kendisini beyinlerine isleyemezlerse, yani bireyin ta kendisi bir bakima kollektiflesmesse, biraraya gelmenin de hicbir yarari yoktur, gibime geliyor. Yalniz kalmak sanki bu durumda daha dogru.

1 ve 1 araya gelince, 2'den fazla olamiyorsa, ve bu fazlalikla kendini tanimlayamiyorsa, bu durumda birliktelik korkakligin da siginagi haline gelebilir. Ortak olmakla birlikte olmak arasinda muazzam bir fark var bu bakimdan...

Ve modernitenin bize onerdigi klasik parti, evlilik vs. gibi kurumlarin bunun disina cikma sansi cok az. Cunku boylesi bir ortaklik en basindan sistemin onayini aliyor zaten, onayini aldiginiz bir guce de karsi cikmaniz oyle kolay degil.

O yuzden bize onerilmeyen bir yoldan baslamak gerektir bence. Bol surprizli bir yoldan...

Eleştirel Günlük said...

Tolga cok hos soylediklerin. Hem de cok hos. Bireyin kollektiflesmesi ve 1+1>2

Sagol.