Pages

Jan 27, 2009

Ne yaptı ulan bu ülke bize!

Içimde bir coşku bugün. Içimde bir coşku ki… Türküler düştü dilime. Coşkuyla sőylüyorum. Rastgele. Sonra biri takılda dilime; şu aşağıdaki vay le le vay le türküsü. Nasıl sőylüyorum ama; bağıra çağıra! Rockçılar, metalciler halt etmiş yanımda. Hala yetmiyor! Bum boxçıları kıskandıracak kadar yüksek de açmışım teybin sesini. Hala yetmiyor. Saçımı başımı mı yolayım nedir? Elimle direksiyona vurarak ritim tutuyorum, kullanmadığım ayağımla yere vuruyorum. Içimden hızlı gitmek geliyor. Hız limiti yetmiyor. Nazım düşuyor aklıma:

Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! Çocuklar kim bilir
ne harikuladedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...


Sonra duruldum biraz. Baktım sőzlerine şu türkünün.

bugün efkarlıyım bugün dertliyim
ne dermanım belli ne derdim belli
yar düştü aklıma nere gideyim
ne mekanı belli ne yurdu belli

bu nasıl sevdaymış vay le le vay le
ak düştü saçıma vay le le vay le le
aklımı başımdan aldı sevdiğim
od düştü canıma vay le le vay le



Hele bak seviçli sőylediğim şarkıya. Hele bak şarkının sőzlerine. Bu nőrotik, şőyle hafiften bir algıda bozukluk vakası mı en ağırından (oynağından) bir şizofreni mi yoksa? Yoksa Kutu arkadaşın dediği gibi melankolik bir psikotik durumun manik episode mu?

Ne yaptı ulan bu ülke bize. Sahi ne yaptı? Ne sevinci bildik ne mutluluğu! Sevinçliyken ağıt sőyler olduk ulan! Ağıt…

Jan 18, 2009

Hatırla Sevgili & Yakın Türkiye Tarihi

Aralik ayının sonundan beri hemen hemen hergün günde en az iki saat izleyerek ancak bitirdim izlemeyi Hatırla Sevgili adlı diziyi. 68 Bölüm (68 kuşağı ile ilgili özel bir hesaplama var mi?). Herbir bölümü 90 dakika falan. Yani 100 saatten fazla. Sadece bir yerde bıkkınlık duygusu yaşadım; daha doğrusu “aaa gına geldi artık!” dediğim bi an oldu. O da Ahmet ile Yasemin’in aşkının çok fazla dramatize edilişiyle ilgiliydi. Ama onun dışında, hiç motivasyonumu yitirmedim filimi izlemekten.

Sinema tekniği falan beni ilgilendirmedi doğrusu. Zaten bu konuda herhangi bir eleştiri yapacak yetkinliğim de yok. Eminim dizi bir sürü konuda eleştirilebilir de. Daha çok Türkiye’nin, benim de sizin de parçası olduğunuz yakın tarihi işlemesiyle önemliydi dizi. Kuşkusuz, böylesi karmaşık, böylesi tartışmalı, böylesi bilinmezlerle dolu bir gelgiti andıran dalglanmaları dile getirmeye kalkışmak bile büyük bir övgüyü hakkediyor. Böylesi bir projede de herkesi memnun etmek mümkün değil kuşkusuz. Eksiklikler olacaktır, yanlış yorumlamalar olacaktır. Ama bilerek, isteyerek söz konusu edilen tarihsel süreçte kürtleri sansürlemek, bir kürt olarak zoruma gitti açıkçası. “Yine yok sayıldık!” dedirtti dizi; “Yine varlığımız inkar edildi!”. Adımız Inkar kaldı. Sizinki de kalleş. Birgün “Biz” de oluruz elbet yüzleşirsek içselleştirdiğimiz korku ve kaygılarla…

Herşeye rağmen bir sürü güzel yanları vardı Hatırla Sevgili’nin…

  • Kültürün bazı öğeleri güzel işlenmişti örneğin. Tutkulu, idealist, biraz arabesk, biraz mazoşist aşklar, aşık olmalar, aşık olma düşleri… Arkadaşlıklar, dostluklar, düşmanlıklar, hinlikler, ve diğeleri, bence hiç mi hiç abartılmadan iyice tasvir edilmişlerdi.
  • Bir diğer önemli konu: Dizinin işkenceleri işleyişiydi. Hatta bir adım öteye gidip işkenceciyi dahi işlemesiydi! Zeynep lokantada işkencecisini sesinden tanımıştır. Ali işkenceciyi park yerine kadar takip edip bir güzel döver. Sonra Zeynep’de gelip bir iki vurur. Işkenceci ne de zavallıdır! Ne kadar da korkaktır. Zayıftır... Gözleri, elleri ve kolları bağlı iken işkenceci nasıl da kocaman, korkunç, acımasız, ve hatta cehenem zebanisi gibi bir mythe bürünür işkence kurbanının gözünde! Zeynep işte bu zebani mythini işkencecisinin zavallılığını gördüğünde yıkar. Bunu mythi yıkmasıyla birlikte iyileşmiştir. Bence bu o bilinmez, korunan, saklanan, yüzü olmayan işkenceci kavramının içerdiği güç den düşmesidir ve çok önemlidir.
  • Ve nihayet dizinin sonunda KontrGerilla’yi temsil eden yüksek kademedeki kişinin Necdet’in Türkiye’nin iç ve dış düşmanları hakkında hiçbir şey bilmediğini iddiası karşısında Necdet’in verdiği yanıt vardı:

    “Siz varken Türkiye’nin düşmana hiç mi hiç ihtiyacı yok!”
Emeği geçen herkese teşekkürler ve tebrikler.

Jan 16, 2009

Medyadan Itiraflar


  • Her kim medyayı kontrol ederse, insanların kafasını da o kontrol eder.
  • Siz de biliyorsunuz ben de biliyorum. Burada hiç kimse yoktur ki kendi fikirlerini özgűrce yazmaya cesaret etsin. Eğer ederse, siz de biliyorsunuz ki, yazdığınız yayınlanmayacaktır.
  • Dűşűncelerimi çalıştığım gazetede dűrűstçe yazmamam için haftada 150 dolar alıyorum.
  • New York’lu bir gazetecinin işi ekmeği için gerçegi yok etmek, tamemen yalan söylemek, saptırmak, iftira etmek, hırs ve ihtirasin önűnde diz çökűp alçalmak, ırkını ve űlkesini satmaktır.
  • Bizler sehne arkasındaki zenginlerin aletleri ve kölelleriyiz. Bizler onların kuklalarıyız; iplerimizi çekinci hemen dansa başlarız. Yeteneklerimiz, olanaklarımız, ve bűtűn sahip olduklarımız hep onlara ait. Bizler entellektuel fahişeleriz.
  • Burjuva –medyasının amaçlarından biri insanların yaşamaları űzerindeki kontrolu ve gűven duygusunu ellerinden alarak onları harektsiz bırakıp felç etmektir. Insanları [örgűtlenmeye ve sosyal birlik dugusuna gűvensizlik yaşatarak] birbirlerinden izole ederek daha iyiye doğru bir sosal değişimin olmadığı-olmayacağı inancını yerleştirmektir.
  • Burjuva medyasının fonksiyonlarından biri bilgiyi halktan saklamaktır.

Jan 15, 2009

Selam Sana Rosa

"Yerinden kıpırdamayanlar zincirlerini de farkedemezler."

5 Mart, 1871 - 15 Ocak, 1919

Jan 13, 2009

Sagol Israil!

Israil’ı protestoya Tűrkiye’nin en apolitik gurubu psikologlar bile katıldı. Işte basın açıklamalarının son paragrafı. Notu da ben ekledim onların nörotik bilinç altı sűreçlerini yansıtır diye…
Bütün Türkiye ve dünya kamuoyunu, hükümetlerini ve diğer kurumlarını, siyonizm ve anti-semitizm dahil, ırkçılığın her türüne karşı mücadele etmeye ve İsrail’in devlet terörünü durdurmak için, yaptırımlar dahil, etkili önlemler almaya çağırıyoruz.
Not: Bazı dış mihrakların kandırıp beynini yıkadığı guruplar bu yukarıdaki protesto açıklamasından pay çıkarıp Tűrkiye’nin de devlet terörűnű kendi halkına (özellikle Kűrt ve sol kesimlere) uyguladığı sonucu çıkarmasını en baştan esefle kınamayı bir görev biliyoruz. Çűnkű bizim ne kıçımız yiyor böyle bir protestoyu kendi devletimize yapmayı (Sıkıyorsa yap! Ağzına sıçarlar valla!) ne de ahlakımıza uygun. Bizim ahlakımıza göre

1) kol kırılır yen içinde kalır

2) biz yapmışsak suç değildir

3) biz yapmışsak műslűmanlara değil Ermeni, Rum, Kűrt, Alevi, ve Moskof uşaklarına yapmışızdır.

MEB’de bűtűn kurşun askerlerini işe katmış. Okullarda Gazze için saygı duruşu başlatmış.

Kamuoyunda daha fazla duyarlılık geliştirilmesi için okullarda resim ve kompozisyon yarışmaları da düzenlenecek. Dereceye giren eserler, sergilenecek.”miş




Iyi gűzel de benim műthiş zoruma gidiyor bu. Korkunç zoruma gidiyor bu iki yűzlűlűk; bu taraflı insan sevgisi!

Öylesine ki kalkıp Israil’i destekleyesim geliyor…

Ama yine de ağız dolusu kűfűr edesim geliyor içimden beni insanlığımdan utandırdığınız için.

Allah hepinizin belasını versin (Allah varsa eğer).

Yoksa da ben hepinizin ağzına sıçayım..

Jan 4, 2009

Eleştirel Psikologlar Yeni Yılda Polis Terörünü Kınıyor

BASINA VE KAMUOYUNA

YENİ YILDA POLİS TERÖRÜNE İZİN VEREN DÜZENLEMELER KALDIRILMALIDIR!


Biliyoruz: Polis şiddeti adaletsiz bir düzen içinde ezilen geniş kitlelerin korkutulması ve susturulması için vardır!

Polis şiddeti hukuk ve adaletin korunması için değil, ezilenlerin kontrol edilmesi ve statükonun devamı için vardır. Toplumsal adaletsizliğin, eşitsizliklerin ve haksızlıkların yeşerdiği Türkiye’de, polisin güç ve yetkilerinin artırılması, özellikle toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel acıdan ezilen kesimlerinin kontrol altına alınması, taleplerini dillendirmelerinin önlenmesi, eşitsizliklere karşı direniş güçlerinin ve iradelerinin kırılması için vardır. Polis, bu adaletsiz düzenden fayda sağlayan, güç ve iktidar sahibi azınlığın polisidir. Bu azınlık, ezilenlerin direnişini kontrol altına alabilmek kaygısıyla polisin elindeki yetkileri güçlendirmeye çalışmaktadır.

Farkındayız: Yeni düzenlemeler polisin aşırı ve keyfi güç kullanımını kolaylaştırmıştır.

Bütün uyarılara ve muhalefete rağmen Haziran 2007'de yürürlüğe giren 5681 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (PVSK) polise olağanüstü yetkiler getirmiştir. Bu değişiklikler, insan hakları örgütleri ve hukukçuların da vurguladığı üzere otoriter rejimlere uygun düzenlemelerdir ve toplum için büyük tehlike oluşturmaktadır. PVSK'da yapılan değişiklikler sonrasında polisin aşırı ve keyfi güç kullanımı artmıştır. Bu değişiklikler ardından gerek polis kurşunuyla veya polisin uyguladığı diğer şiddet yöntemleri sonucunda meydana gelen yaralanmalar ve ölümler, gerekse avukatlara yapılan saldırılar artmıştır. "Dur" ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle ateş eden polislerin uyarmayı veya etkisiz hale getirmeyi değil, öldürmeyi amaçladığı görülmektedir. Polis şiddeti sonucunda ölenlerin sayısı sadece 2008 yılı içerisinde 20’yi bulmuştur.

Görüyoruz: Polis şiddeti can alıyor, sakat bırakıyor, tehdit ediyor!

Haziran 2007'den bugüne polisin aşırı ve keyfi güç kullanımı nedeniyle meydana gelen ve örnekleri aşağıda ele alınan yaralanmalar ve ölümler, toplumun karşı karşıya bırakıldığı büyük tehlikenin somut göstergeleridir.

20 Ağustos 2007 – Nijeryalı Festus Okey Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde alnından vurularak öldürüldü. Tutuksuz olarak yargılanmakta olan sanık polis memurunun silahı – davanın önemli kanıtlarından biri olmasına karşın – memura geri verildi ve ancak Eylül 2008'de mahkemece istendi.

7 Ekim 2007 – İstanbul'da dergi dağıttığı sırada polisin açtığı ateş sonucu omuriliğine kurşun isabet eden Ferhat Gerçek felç oldu. Açılan davalarda Gerçek hakkında polise mukavemetten 15 yıl, sanık polisler hakkında ise 9 yıl istendi.

Bu olay üzerinden bir yıl geçmeden, 28 Eylül 2008 günü, Gerçek'in polis kurşunuyla felç edilmesini protesto eden bir grup genç gözaltına alındı. Gençler gözaltında kötü muamele gördü ve cezaevine konuldu. Gençlerin işkence gördüğü ve içlerinden Engin Çeber'in hapishanede gördüğü işkenceler sonucu 9 Ekim 2008 günü öldüğü Adli Tıp Raporu ile kesinleşti.

25 Kasım 2007 – İzmir'de Baran Tursun "dur ihtarına" uymadığı gerekçesiyle kovalandı ve vuruldu. Baran Tursun, başının arka kısmından aldığı kurşun yarası sonucu daha sonra hastanede öldü. Olay yerinde inceleme yapan polisler hakkında suç delillerini gizledikleri iddiasıyla dava açıldı. Ayrıca Tursun'un ölümü hakkında açılan davanın duruşmalarına çok sayıda sivil polisin katıldığı saptandı; bu polisler hakkında soruşturma açıldı. Tursun'u öldürmekten sanık polis memuru tutuksuz olarak yargılanırken, emniyet ve yargıyı eleştiren Tursun ailesinin bazı üyeleri 301. Madde'den yargılanmaktadır.

27 Ekim 2008 – Antalya'da Çağdaş Gemik "dur ihtarına" uymadığı gerekçesiyle vurularak öldürüldü. Gemik başının arka kısmına isabet eden bir veya birkaç kurşun sonucu öldü. Çağdaş Gemik'i vuran motosikletli polis "olası kasıtla insan öldürmek" suçundan tutuklandı.
9 Kasım 2008 – Adana'da polisin "dur" ihtarına uymadığı gerekçesiyle sırtından vurulan 14 yaşındaki Ahmet Yıldırım kaldırıldığı hastanede öldü. İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi yaptığı basın toplantısında polisi suçladı.

19 Kasım 2008 – Ankara’nın Altındağ ilçesinde hırsızlık zanlısı Soner Çankal polisin ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle başından vuruldu ve öldü.

Anlıyoruz: Bu düzende polis ve hukuk, hakkaniyeti korumak için değil, hâkimiyeti sağlamak için var!

Yukarıdaki örnekler polisin aşırı ve keyfi güç kullanımının arttığını ve pervasızlaştığını göstermektedir. Çeşitli insan hakları ve hukuk örgütleri de polisin adli merciler ve devlet tarafından korunmakta olduğuna dair görüş birliğine sahiptir. Bunlar, adli merciler ve çeşitli devlet birimlerinin de polis şiddetine ortak olduklarının, devletin topluma çoktan yabancılaşmış ve ona karşı olduğunun, adaletsiz bir toplumsal düzenin ilkel yöntemlerle korunmaya çalışıldığının göstergesidir. Bunlar, mahkemelerin akli muhakemenin yapıldığı ve toplumsal adaletin dağıtıldığı yerler değil, ezilenler üzerindeki hâkimiyetin pekiştirildiği ve ezilenlerin mahkûmiyetinin sürekliliğinin sağlandığı yerler olduğunu göstermektedir.

Hatırlatıyoruz: Polis şiddetine karşı direniş bizler için bir hak ve görevdir!

Polis gücünün, Yunanistan, Güney Afrika, Arjantin ve Türkiye gibi ülkelerde işlediği insanlık suçlarına karşı direnmek ve kitlesel gösteriler ve yürüyüşler yapmak insanca bir görev ve çağdaş bir sorumluluktur. Aksi takdirde, isledikleri suçların cezasını çekmeyen polis örgütleri ödüllendirilmiş ve yeni suçların islenmesi de teşvik edilmiş olmaktadır. Bu doğrultuda Yunanistan'daki göstericileri destekliyor, insanca bir dünyanın kurulması için polisin yetkilerinin tekrar gözden geçirilmesini istiyoruz.

Talep ediyoruz: Polis şiddetine izin veren düzenlemeler kaldırılsın.

Başta Başbakan, İçişleri Bakanı ve Hükümet olmak üzere, konu ile ilgili tüm yetkili makamları polis şiddetine karşı çıkmak ve hukukun üstünlüğünü korumak üzere göreve çağırıyoruz. Denetlenemeyen yetkilerle donatılmasının bir sonucu olarak, polisin aşırı ve keyfi güç kullandığı durumlar, gözaltında kötü muamele ve ölümler artmaya devam edecektir. Bu nedenle, PVSK'da yapılan ve polisin yetkilerini artıran, toplumu polisten korkmaya ve polise itaat etmeye zorlayan düzenlemeler mutlaka kaldırılmalıdır. Her ne sebeple olursa olsun aşırı güç kullanarak bir bireyin en temel hakkı olan "yaşama hakkını" elinden almaya yönelik şiddet eylemlerinde bulunan polisler, yargı önüne çıkarılmalı ve cezalandırılmalıdır. Polis terörüne karşı çıkılmaması ve toplumsal eşitlik ve adalet anlayışının korunmaması durumunda, toplum bir kez daha korku iklimi içerisine çekilecektir. Yetkilileri bunun sonuçları ile şimdiden yüzleşmeye çağırıyoruz!