Pages

Oct 16, 2008

Ahmet Altan: Genelkurmay başkanına...


Siz, böyle saygısız, nezaketsiz, tehditkâr bir konuşma üslubunu benimseme cüretini nereden buluyorsunuz? Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin? Siz kimi korkutmaya çalışıyorsunuz? Korkutabileceğinize inanıyor musunuz gerçekten? Bakın ben size dostça bir şey söyleyeyim general, vazgeçin bu kaba tehditlerden, öfkeli jestlerden, asabi mimiklerden. Bunlar bizi korkutmaya yetmez.
Ha, sanmayın ki bu ülkede “derin devlet” dendiğinde kimin kastedildiğini bilmiyoruz, sanmayın ki patlayan arabalardan, ensesinden vurulan adamlardan haberimiz yok.
Sadece umurumuzda değil.
Bunu anlayabiliyor musunuz?

Bazı insanların, ülkeleri özgür ve mutlu olsun diye her şeyi göze alabileceğini kavrayabiliyor musunuz?
Bunu kavramaya çalışın.
Bırakın bu korkutma çabalarını.
Bunlar yakışıksız işler.
Üstelik gerçeği ortaya çıkarma çabasından bizi vazgeçirmeye de yetmez.

Siz bir şeyler söylediniz dün.
“Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya” davet ettiniz galiba.

Siz, “doğru yerin” neresi olduğunu biliyor musunuz?
“Doğru yer” neresidir biliyor musunuz?
Doğru yer, insanın mesleğini dürüstçe ve gereklerini yerine getirerek yaptığı yerdir.
Biz, “doğru yerde” duruyoruz.
Mesleğimizin gereğini dürüstçe yerine getiriyor ve gerçekleri, yıllardır yalanlarla kandırılan bu halka açıklıyoruz.
Siz doğru yerde durmuyorsunuz.
Kendi mesleğinizin gereklerini yerine getirmiyorsunuz.

Sizin mesleğinizin gereği, size emanet edilen o genç askerleri korumaktır.

Karakol baskınını an be an gösteren kamera kayıtlarına rağmen gerekli tedbirleri almamak, istihbarat raporlarına aldırmamak, çatışma başladıktan sonra yeterince yardım göndermemek ve o çocukları ölüme terk etmek sizin suçunuzdur.

Görevinizi yerine getirmediniz.
Neden?
Niye o çocukları korumadınız?

Bunun için yargılanmanız gerektiğini biliyorsunuz değil mi?

Tabii savcıların sizi mahkemeye çağıramayacağına, sizi yargılayacak bir merci olmadığına güveniyorsunuz.
Ama bu, yargılanmanız gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Tabii, bir de istifa müessesesi denilen bir şey var.
Sanırım sizin o müesseseden pek haberiniz bulunmuyor.
Başbakanın, hükümetin, parlamentonun sizden hesap sormaması da sizi cesaretlendiriyor.

Ama bir de halk var bu ülkede.
Gerçekleri duymak isteyen bir halk.

Ve, o sizin peşinizi bırakmaz.
Biz de bırakmayız.

Arkanıza kuvvet komutanlarını alıp kameraların önüne geçerek asabi bir şekilde medyaya verdiğiniz “muhtıra” bu gerçeği değiştirmez.

Siz bize Aktütün’ü anlatın.
O çocuklar niye öldü?
Niye baskını önlemediniz?
Bir de pek anlayamadığımız bir sözünüz var.
“Bu tip saldırılar karşısında her ordunun vereceği cevap ve tepki bellidir.”

Ne demek bu?

Birincisi bir saldırı yok, saldırmıyoruz, gerçekleri açıklıyoruz.
Ikincisi, “her ordu” böyle eleştiriler karşısında nasıl tepki veriyor?

Siz nasıl tepki verdiklerini bilmiyorsunuz.
Gelişmiş ülkelerde böyle bir facianın sorumlusu olanlar derhal görevlerinden alınıp yargılanırlar.

Ama sizin aklınızdaki bu değil, açıkça anlaşılıyor.
O zaman, nedir o “ordunun vereceği tepki”?

Ordular, kendilerine saldıran “düşmanı” yok etmek için eğitilirler.
Bizim gerçekleri açıklamamızı bir “saldırı” olarak nitelediğinize göre bizi de “düşman” olarak görüyorsunuz.

Eee, ne yapacaksınız?
Saldıracak mısınız, gazeteyi mi bombalayacaksınız, F-16’ları mı göndereceksiniz?
Siz ne dediğinizin farkında mısınız?

Baskını daha önceden bildiğiniz halde o çocukları korumayacaksınız, bunu açıklayan gazeteleri de, “ordu tepkisiyle” korkutmaya çalışacaksınız.
General, “doğru yerde” durun.
Haddinizi aşmayın.

Bizim ülkemizde, yetmiş milyon insanın boğazından kesip verdiği paralarla ayakta duran bizim ordumuzla, bizi tehdit edemezsiniz.

Ordu, sizin hatalarınızı kapatmak için kullanacağınız bir tehdit aracı değildir.
Haa, bir de “bölücü terör örgütünün eylemlerini başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damla kanın sorumlusu olurlar” sözünüz var.

Bakın bunu doğru söylüyorsunuz.
Ama “başarılı gösteren” kim?
Baskının önlenmediğini açılayan gazeteler mi yoksa baskını bile bile önlemeyenler mi?
O kandan kimin sorumlu olduğunu şimdi anladınız mı?
Sorumluluğu hissediyor musunuz?
Hissetmelisiniz.

Ve tehditleri bırakıp gerçekleri açıklamalısınız.
Tehditlerinizden ve üslubunuzdan hoşlanmadık.
Gerçekleri söyleyin bize.
Gerçekleri.

Biraz cesaret yeter buna.
Cesaretiniz de öfkeniz kadar büyük olduğunda bize gerçekleri söyleyeceğinize eminiz.
O günü bekliyoruz.



Ahmet Altan Taraf Gazetesi, 16 Ekim 2008

7 comments:

Anonymous said...

Ahmet Altan tatlı su kurnazı, bir devşirme, keza Yasemin Çongar’da kendine servis edilen bilgileri-belgeleri araştıramayacak kadar ‘zayıf’ kişilik sentomu yaşayan birisi. Genelkurmay’ın Taraf’a karşı sansür uygulaması kabul görülecek bir şey değil ama Taraf başından itibaren gazetecilik yapmıyor aksine gerici-batılı emperyal güçlerin komprador maşalık görevini yürütüyor. Bu da böyle biline! Herkes haddini bilmeli!

Eleştirel Günlük said...

Yeraltindan notler, simdi mesele Taraf'in ne olup olmadigi degil. Mesele militarizm.

"Herkes haddini bilmeli" kalibini senden duyduguma sasirdim acikcasi...

Anonymous said...

Buda sanırım son yılların yeni jargonu "mesele şu değil bu söylevleri...", "mesele Taraf'ın ne olup olmadığı değil." Hayır bence mesele tam da Taraf'ın ne olup-olmadığı sorunu...? Taraf 4. kuvvet güçleri içerisinde görevini tam olarak yerine getire bilecek mi, görevini yerine getirirken de kendine çeki düzen verebileçek mi? Mesele tam da budur sevgili Eleştirel Günlük.

"Herkes haddini bilmeli" kalibini senden duyduguma sasirdim acikcasi...

Evet bende şaşırmış durumdayım, bütün tepkisiz-uzlaşmacı duruş ve 'taraf'ların doğası gereği işlevini yerine getirebileceğini umuyorum... Umarım böyle olur.. Bunu önemsiyorum.

Anonymous said...

Eksik burakmışım, bu ülke de militarizm sorunu 85 yıldır var yeni bir şey değil!

Eleştirel Günlük said...

Vallahi neden sozettigini anlamis degilim. Niye mesele Taraf oldu, ne gorevi, ne ceki duzeni...

Cirkin bir savas surup gitmektedir. Bu savasta insanlar olmektedir oldurulmektedir. Butun bu olup bitenlere iliskin bilgi de hep bir filtreden ya da carpitmalardan sonra arap sacina dondurulmekte ya unutturulmaktadir, ya da basina sizdirilmamaktadir, ya da gizli arsivlerde kaybolmatadir. Taraf (bu baska bir gazete'de olabilirdi. bu gazetyle hic bir organik bagim yoktur) diye bir gazete de cesitli belegeleri ele gecirmistir (nerden gecirdigi de onemli degildir) ve bunun o oldurulen askerlerin oldurulus bicimleri uzerindeki genel kaniya ya da 10 yillardir inandirildigimiz bicimdeki bilgilere ters dusmektedir. Iste burda gazate olma gorevini yerine getirip bunun hesabini sormustur. Sonra da GenelKurmay isaret parmagini sallayarak korkutmaya calismistir, Mesel budur. Bugun Ahmet Altan Genelkurmayin dikatatorce tavrina delikanlica tavir koymustur. ve bence boyle bir tavir 85 yillik militarist rejimde cok enderdir. Hatta ben benzerini hatirlamiyorum. Bu da takdiri ve destegi hakeder. Meseleyi hic alakasiz bir yerden alip Taraf'in bilmem ne olusuna goturmeyi degil.

Hadd meselesi ise icinden cikilir degil. Biri cikip bize dehaddinizi bilin, bunlari siz konusamazsiniz der yani. Zaten 85 yildir bu ulke had bilme uzerine yonetile yonetile bu hale geldi.

Devlet kurumunda belli mevkileri elinde tutan ve bunun icin maas alan birileri isinin geregini yapmiyorsa herkesin ona hesap sorma hakki ve haddi vardir.

Anonymous said...

Konu burada geçiyor diyeceğim ama aslında burada geçmiyor E. G.

Altantikin diğer yakasına bakmakta fayda var sanırım. O yüzden söz ettiklerimden bir anlam çıkaramaman doğaldır. '80’li yılları yeniden yaşamamız; askerin emrini usluca dinlememiz bekleniyor olabilir askerler tarafından. Yıllardır bunun cerenemesini çekiyor bu ülke, hem askere muhalefet edenler hem de ‘geçici’ iktidarları eleştirenler. Jopunuda, dayağını da, biber gazını da yiyebiliyorsun. Ya da çok bildik bilmem ne ‘izm karşıtı olmanız ve ülkenizin bağımsızlığını istemeniz bile jandarma arabaları üzerinde asker dipçiği yemenizi engellemiyor. Ya da çok basit bir slogan “devlet karşıtı ve devleti yıkmaya teşebbüsten” yargılanmanızı getirebiliyor.

Bunları yaşadık. Uzatmaya gerek yok.

Fakat burada Taraf ve Ahmet Altan’ın (delikanlılığı) ya da gazeteciliğini tartışmak lazım, çeşitli bilgileri ele geçirmiştir:) Evet, klasik bir söylev ama ortada bilginin kaynağı yok, (olası bir şüpheli Yasemin Çongar dışında.)

Zaman zaman bilgi kirliliğinden yakınan askerler son zamanlarda yaşanan olaylar hakkında ortaya atılan iddialara herhangi bir yanıt vermek şöyle dursun sanki bir kışladaymışız gibi birilerini gözlerimiz önünde azarlamayı seçerken, başbakanı ayrı bir halt gazeteciler ayrı bir halt. Bu tür beynini yakan kör cahil ancak bu ülkede bu kadar revaçta olabilir, pirim yapabilir. Özetle, demokrasiye gerçekten inandığını dile getiren siyasetçinin, gazetecinin, savcının, vb.’nin günümüzde herhangi bir gerçekliğe karşılık gelmeyen korkularla yüzleşmesi gerektiğini açıkça dile getirmekte fayda var. Eee, “bizim çocuklar her zaman başarılı olmuyor.” Öyle bir kaidede yok zaten.

Değişebiliyorsan, sevindirebiliyorsan ve buluşabiliyorsan; ışığı açıp ‘odada korkulacak bir şey yokmuş, boşuna karanlıkta oturmuşuz’ demenin vaktidir Eleştirel Günlük!
Ama bunun için karanlığa tam bakabilen bir ışık bulman gerekiyor. Sorunda o sanırım. O ışık yok!

Dolayısıyla Ben varım. Sen varsın. Ama biz “varız” yok…

noname said...

@EG

Taraf, konu TSK olduğunda genelde zırvalıyor gibi geliyor bana. Mesela şu habaere bak: Aktütün’ü itiraf edin demiştik... Biz açıklıyoruz

Tam bir komedi. Kendileri bile ne dediklerini ne iddia ettiklerini bilmiyorlar bence. Elle tutulur bir yanı yok. Neresinden tutsan elinde kalıyor. Laf kalabalığından başka birşey değil. Aksini düşünüyorsan konulabiliriz.