Pages

May 29, 2008

Düşman Üzerine IV

Düșmanın kavramsallaștırılması üzerine üç yazı yazdım ve geridőnütlerin sayesinde sorunu derinleștirmeyi becerebildim. Devam ediyorum. Son üç yazı ve yazılara verilen yorumlardan dikkatimi çeken bir nokta var; șiddet.

Zaten düșman teriminin olmazsa olmaz tanımlayıcısı șiddettir. Bunun ilginç bir yanı yok. Ilginç olan bu șiddet kavramının “düșman”ı tanımlamada oynadığı rol. Meseleyi açmaz bir paradoxa dőnüștüren de aslında bu “șiddet” terimidir. Ezilenin ezene karșı çıkarken ki temel motivasyonu ezenin fiziksel varolușu değil ezenin ezilenin yașamına dayattığı șiddettir ve bu șiddetin farklı farklı formlarıdır. Ezenin yarattığı, bütün parametreleri belirlediği dünyada ezilenin ezenin kendisine uyguladığı bu șiddete karșı çıkacak nerdeyse hiç bir șeyi yoktur: Ne ahlaklı (!) bir yőntem ne de șiddetten arınmıș bir alet veya aygıt. En demokratik gősterinin bile ezen tarafından nasıl da devlet-vatan haini bir eylem diye nitelenip katliama dőnüștürüldüğünü defalarca gőrmüșüzdür.

Mesele șiddete gelince Freire geldi aklıma. Freire șiddet konusunda Ezilenlerin Pedagojisi kitabında șőyle diyor:

A’nin nesnel olarak B’yi sőmürdüğu veya sorumlu bir kiși olarak őzgüvenini pekiștirmesini engellediği herhangi bir durum, bir ezme durumudur. Bőylesi bir durum, sahte yüce bir gőnüllükle șirinleștirilmiș olsa bile, kendiliğinden șiddet yaratır; çünkü insanın daha yetkin insan olma yőnündeki varlıksal ve tarihsel yetisini engeller. Bir ezme ilișkisinin kurulması ile șiddet zaten bașlamıștır. Tarihte hiçbir zaman șiddet ezilenlerden kaynaklanmamıștır. Eğer kendileri șiddetin sonucu iseler nasıl șiddetin bașlatıcısı olabilirler ki? Nesnel bașlangıcı, onların ezilenler olarak var olmalarıyla ortaya çıkmıș olan bir șeyin tașıyıcısı olarak nasıl mümkün olabilir ki? … șiddet; ezen, sőmüren, őtekileri kiși saymayanlarca bașlatılır; yoksa ezilen, sőmürülen, kiși sayılmayanlarca değil…Terőrü bașlatan; çaresizler, terőre maruz kalanlar değil.. (s.35)

ve devam ediyor Freire ; ezilenler ezenlerin șiddetine (șiddete dayalı ya da değil) tepki gőstermeye yeltendiklerinde yine ezenlerin ahlaki tanımları ve șiddet-dolu yargılarıyla karșılașacaklarını (katil, barbar, kalleș, savaș yanlısı, eșkiya, vb) sőyler. Yani daha net Türkçesi “Senin ne farkın kalır ondan” ideali gelir durur őnünde. Freire’ye gőre ezenin ve ezilenin șiddeti aynı gibi gőrünse de (paradoxsal olsa da) bu aynı değildir. “Ezenlerin șiddeti ezilenlerin tam insan olmalarını őnlerken ezilenlerin bu șiddete tepkisi insan olma hakkını gerçeğe dőnüștürme arzusuna dayanır. “ (s. 36) Ki bu basit bir ikilem ya da birbiriyle uzlașmaz çelișkide bulunan iki kutbun yerlerini altüst etmeyle çőzümlebnecek bir sorun değil aksine ezenin varolma koșullarının ortadan kaldırılıșı hatta Freire’nin sőzleriyle sőylersek ezenin ezme eylemi sürecinde yitirdiği insanlığı yeniden kazanmasıyla çőzümlenecektir.

Kaçakkova Paulina’nın soruyu yanlıș sorduğunu sőylüyordu: Paulina ne kaybederiz değil, ne kazanırız diye sormalıydı. Çok canalıcı bir nokta bu. Bilmiyorum Kaçakkova’nın ne kastettiğini ama beni șuralara gőtürdü: Sahi ne diye Paulina ne kaybederiz’in hesabını vermek zorunda ki? Ezilen’in kaybedecek nesi var ki? Ezilen’in kendisini ezen tarafından verilmiș yapay ve yanılsama dolu humanist bir ahlaktan ve kőleciliği, koșulsuz ittaati, ve karșılıksız fedakarlığı ődünleyen tinsel bir yașam felsefesinden ve dinden bașka nesi var ki? Paulina’nın “ne kaybederiz ki” sorusu bu anlamda retorik bir sorudur çünkü ne kazanacağını içermemektedir, sadece kaybetmeyi tek seçenek diye sunmaktadır. Çok șey kazanabilir Paulina(lar). Ezen ezilenin dünyasının parametrelerini kurarken ezilenin asla ezeni yıkabileceği olasılığına yer vermemiștir. Ezilen bu yüzden korkaktır, eziktir, pısırıktır, kendine güvensiz, benlik saygısı düșüktür (őyle olmak zorundadır). Cahildir, yabanidir, gariptir. Yani her koșulda ayak direyecek olanağı ve olasılığı en aza indirgenmiștir. Paulina’nın tetiği çekiși bu ezilenin etrafını çepeçevreleyen sis-pusda bir delik (ıșık) açabilir. Ordaki ișkenceci ișkenceci de değil - insandıșılaștırmayı simgeleyen aktif bir őğedir. Indochine filiminde Camille’in hiç mi hiç derin analizlere dayanmayan tepkisi (kőylülerin őnünde ișgalci bir subayın őldürülüșü) devrimci harekete nasıl da ivme kazandırdığını gőrürüz.

Yani sonuçta anlașılması gereken șey ezenin ezilenin yașamını ne hale getirișinin anlașılmasındadır. Zulmün nasıl kendini dőlleyen bir biçimde ișlediğinin anlașılmasındadır. Ezilene dayatılmıș insanlık-dıșı kültürü anlamakta ve bu kültürün kendini yeniden üretmesini sağlayan gerçekliklerin dőnüștürülmesinde ve dayatılan gerçekliklerin yadsımasındadır. Yani düșman ezilene dayatılan bu mental yapılardır. Bu mental yapıları besleyen aktif ve pasif asal ve asal-olmayan őğelerdir. Eve yakın olsun diye ya da semtin futbol takımında oynamak için, ya da küçük bir maaș artıșı için ișkence merkezinde çalıșmayı aklayan yașamın kendisidir düșman. Bu ișkencecinin kararını mantığa bürümeyi aklayan anlayıștır. Yılda iki miliyon dolar maaș aldığı halde bir yüzbin dolar daha kazanabilmek için ișçi liderlerinin őldürülmesine emir veren ya da gőz yuman sevgili baba, tonton komșu ișadamı Ahmet beydir, Mr. Brown’dur (petrol șirketleri ve Afrika’da, Orta ve Güney Amerika’da ișlenen cinayetleri biliyorsunuzdur eminim).

Sahi o bizim naïf anonim nerde?

4 comments:

Anonymous said...

ezilenler ve siddet...devrimci olanla olmayanin ne oldugunu belirlemek üzere yürütülen epey eski bir tartisma...akla bunlarin gelmesi olagan, ama ben sahsen "düsman söylemi" üzerine olan tartismanin bunlarla iliskilenmesinin konuyu farkilastirdigi kanisindayim...elbette bu bir sorun degil, sadece buradan oraya bir sonuc cikmaz diye düsünüyorum...
seninkine benzer bir iddiayi efesli de dile getirmisti....durum itibariyle baska olanaklara sahip olmayan ezilenler, o durum icinden cikmak üzere düsmana karsi siddeti kullanirlar...ben gene durumun böyle yalinkat anlasilmaktan uzak oldugunu söyleyecegim...devrimci olanla olmayan arasindaki farki belirlemek beni fazla ilgilendirmiyor bu tartismada...asil önemli olan ezenin ve ezilenin belirlenmesine iliskin, yani bu kavramlari somutlamaya iliskin tartismada oldugunu saniyorum....eskiden malum ezilen dendiginde bunun gayet somut karsiliklari vardi...o somutlugu somutlayansa icinde konusulan ideoloi ve daha kesin anlamda söylemin yapisiydi...bu söylem ve ideoloji salt ezilenin yerini ve durumunu kesinlemekle kalmiyor, dahasi bundan cikma yollarina da isaret ediyordu...bu cikis öyle bir sekilde formüle edilmekteydi ki ayrica, ezilen sadece kendisini ezilmek konumundan kurtarmakla kalmiyor, tüm bir toplumsal yapiyi dönüstürmek üzere bütün bir insanligi kurtariyordu....marksizmde bu kurtarici güc su yada bu ezilen degil proletaryadir...ben bu gecmis-simdiki zaman-gelecek tasavvurunun ona kaynaklik eden teorik/epistemolojik zeminle birlikte/ve zeminden dolayi gecersiz oldugunu düsünüyorum...önce bu varsayimsal ütopik niyetin tarihsel pratikte hic de böyle olmadigi anlasildi...daha sonrada teorik olarak neden bunun böyle düsünülmesinin pek de yerinde olmadigi....anlasildi derken de kastettigim sey kavranilmis olmasi degil, bunun tartisilirliginin anlasilmis olmasidir...bu tartisma bir yandan ezilenin kavram olarak "soyut" nitelige bürünmesine de baglidir...ezilmenin bir "yeri" yoktur...bir "merkezi" yoktur...bir "ideolojisi" yoktur...bir "zamani" yoktur...yazinin bir yerinde mesela "ezilenin kendisine ezen tarafindan verilmis dinden baska nesi var" diyorsun....oysa dinsel bir ideolojiden dolayi bir ezme durumu oldugu gibi bir ezilme durumu da sözkonusu olabilir...dinsel inancinizdan dolayi eziliyor olabilirsiniz, din karsiti inancinizdan dolayi da, ya da cinsel kimliginiz veya tercihiniz nedeniyle...düzene karsi ya da devrime karsi olmaktan dolayida eziliyor olabilirsiniz....bütün bu ezilme konumlarinda yapilacak sey, nasil yapabiliyrsaniz o sekilde "ezilme durumu"na karsi koymaya calismak olacaktir...
bu karsi koymanin da bir "bicimi", bir "merkezi", bir "yeri", bir "ideolojisi", bir "sahibi" yoktur...
belkide bütün bunlardan dolayi sadece "sinif merkezci söylemleri" degil, "ezen-ezilen söylemleri"ni de bozmak gerekiyor...

Anonymous said...

efesli"nin linkini tam verememisim dogru adres söyle olacak.

siddet kismini atlamisim yazinin...o ayri bir baslik olmayi hak ediyor...efesli"de lafini etmis birakmistik...senin burada yazdiklarin cercevesinde sunlari söylemekle yetinecegim...
ezilen"in icinde bulundugu durumdan kaynakli siddet kulanimini "hakli bulmak" baska o siddet uygulanimindan bir "kurtulus" ve tüm bir "dönüsüm" ummak/beklemek ve bunu mantiksallastirmak baskadir...
birincisini aciklayarak ikincisine teorik bir nedensellik saglayamayiz...

Ali said...

"bu basit bit ikilem ya da birbiriyle uzlașmaz çelișkide bulunan iki kutbun yerlerini altüst etmeyle çőzümlebnecek bir sorun değil aksine ezenin varolma koșullarının ortadan kaldırılıșı hatta Freire’nin sőzleriyle sőylersek ezenin ezme eylemi sürecinde yitirdiği insanlığı yeniden kazanmasıyla çőzümlenecektir"

sanirim bu konuda okudugum en mantikli sey bu. esas soru tetigi cekip cekmemek degil, ezenin varolma kosullarinin nasil ortadan kalkacagi ve kaybettigi insanligini nasil geri kazanacagidir.

Eleştirel Günlük said...

Ali Freire'yi cok utopist ve hiristiyanca humanist bulurum. Hatta ezilenden kendisini insanlastirmasini istemek yine topu ezilene atmak gibi geliyor.

Ama dedigin gibi cozumu ikileme gitmewkte degil bu sorunun...